Danışmanlık Talebi!
Hemen şimdi cevap vermeye hazırız! Danışmanlık almak için bize yazın.
Kişisel verilerin işlenmesine izin veriyorum ve kullanıcı sözleşmesi ile gizlilik politikasını kabul ediyorum.
Güveni Kötüye Kullanma Suçunun Nitelikli Halleri Nelerdir?
Güveni Kötüye kullanma suçu Türk Ceza Kanunu’nun ikinci kitap onuncu bölümünde malvarlığına karşı suçlar kısmında düzenlenmiştir. Güveni Kötüye Kullanma suçunun ilk fıkrası hakkında değerlendirmemiz için bu yazımız ziyaret edilebilir.
Güveni Kötüye Kullanma Suçunun nitelikli hali ise ikinci fıkrada düzenlenmiştir. İlgili fıkra şu şekildedir: “Suçun, meslek ve sanat, ticaret veya hizmet ilişkisinin ya da hangi nedenden doğmuş olursa olsun, başkasının mallarını idare etmek yetkisinin gereği olarak tevdi ve teslim edilmiş eşya hakkında işlenmesi halinde, bir yıldan yedi yıla kadar hapis ve üçbin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur.”.
Güveni kötüye kullanma suçunun basit şekli şikâyete tabi iken, nitelikli haller söz konusu olduğunda soruşturma ve kovuşturma işlemlerine başlanması için şikayet şartı aranmamıştır. Şikayet aranmayan haller şu şekilde sıralanabilir;
Suçun işlenmesi bakımından fail ile mağdur arasındaki ilişkinin hukuken tanımlanabilir bir ilişki olması, söz konusu ilişkilerin olağan gündelik hayat içerisinde güven kavramını daha yoğun barındırması ve failin sahip olduğu daha geniş yetkiyi kendi çıkarına ve mağdurun zararına kullanması sebebiyle nitelikli haller daha fazla cezayı gerektirecek şekilde düzenlenmiştir. Bu hallerin her birisi açısından somut olaya uygulanabilirliği ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekmektedir.
Meslek ve sanat nedeniyle güveni kötüye kullanma suçunun varlığından bahsedebilmek için, öncelikle failin belirli bir meslek ve sanat ile uğraşarak devamlılık ilkesi doğrultusunda gelir elde ediyor olması gerekmektedir. Failin devamlılık arz etmeyen, sadece o anlık gerçekleştirdiği işler sebebiyle bu madde hükmünün uygulanması mümkün görünmemektedir. Söz konusu nitelikli hal, genel olarak failin serbest meslek erbabı olduğu, mağdurun ise bu sebeple kendi mülkiyetinde malların zilyetliğini devrettiği durumlarda ortaya çıkmaktadır.
Nitekim kanun koyucu tarafından belirli bir işi yaptırmak veya sanatın icrasını sağlamak amacıyla mağdura ait malları geçici olarak uhdesinde bulunduran kişinin mesleği sebebiyle bu hakka sahip olduğu, mesleği olmasaydı bu malların zilyetliğini hiç alamayacağı gözetilerek cezada artırıma gidilmiştir.
Ticaret kavramı ise kar etme amacıyla gerçekleştirilen, malın üretim sürecinden başlayarak nihai kullanıcının tüketimine kadar geçen, ekonomik değerleri bulunan metaların değiştirilmesi sonucu maddi bir değer ortaya çıkaran faaliyettir. Failin bu nitelikli hal gerekçe gösterilerek cezalandırılması için, ticari amaçla hareket ediyor olması ve ticari amaç doğrultusunda mülkiyeti mağdurda olan taşınır/taşınmaz malların zilyetliğini elinde bulunduruyor olması gerekir.
Kanun koyucu ticari hayatın sürekliliğini koruma maksadıyla bu nitelikli hali düzenlemiştir. Başka bir değişle ticari güven ilişkisinin zedelenmesi ülkenin genelinde ekonomik başka sorunlara yol açacağı gözetilerek artırım hali öngörülmüştür.
Her ne kadar failin tacir sıfatına haiz olması gerektiği yönünde görüşler bulunsa da uygulamada failin tacir sıfatına sahip olması şartı aranmamakta, ticari amaçla hareket ettiğinin ortaya konulması yeterli görülmektedir. Bu nitelikli Halin uygulanabilmesi için mağdurun ticari amaçla hareket etmesi gerekmemektedir.
Türk Borçlar Kanunu’nun 393. maddesi uyarınca “hizmet sözleşmesi, işçinin işverene bağımlı olarak belirli veya belirli olmayan süreyle işgörmeyi ve işverenin de ona zamana veya yapılan işe göre ücret ödemeyi üstlendiği sözleşmedir.”. Bu sözleşme ilişkisi içeriğinde işçi bağlılık ve iş görme borcu altına girerken işveren ise ücret ödeme borcu altındadır. Bu tanıma ek olarak kanunun yaptığı atıf ile kısmi süreli sözleşme kapsamında çalışanlar ile çıraklık sözleşmesi kapsamında çalışanlar da hizmet ilişkisi içerisinde kabul edilmektedir.
Burada dikkat edilmesi gereken en önemli ayrıntı taraflar arasında özel hukuk ilişkisinden doğan bir sözleşmenin varlığıdır. Kamu çalışanlarının benzer nitelikteki fiilleri Türk Ceza Kanunu’nun 247. maddesi olan Zimmet Suçu bakımından değerlendirilmeye tabi tutulacaktır.
Bu kapsamda bu nitelikli halin uygulanabilmesi ancak ve ancak taraflar arasında bir hizmet ilişkisinin somut olarak ortaya konulabiliyor olması, mağdurun ücret ödeme yükümlüsü, failin ise doğrudan doğruya iş görme borcunu yerine getiren kişi olması gerekmektedir. Söz konusu durumun yazılı bir sözleşme ile kanıtlanmasına gerek yoktur. Ceza Hukuku’nun temel amaçlarından birisinin maddi gerçeğe ulaşmak olduğu düşünülünce, diğer hukuki gereklilikler yerine getirilmese de hizmet ilişkisinin varlığı sebebiyle artırıma gidilebilir. Örneğin fabrikada çalışan işçinin sigortasının bildirilmemiş/yatırılmamış olması bu halin uygulanmasını engellemeyecektir.
Malların yönetme yetkisinin devri hem mağdurun rızası ile hem de mahkeme kararı ile rıza dışında gerçekleşebilir. Vekalet ilişkisi kapsamında malların sadece yönetim yetkisinin devredilmesi rıza haline, mahkeme kararı ile kayyım/vasi atanması halinde ise rıza dışı halden söz etmek mümkündür.
Bu durumun ne şekilde gerçekleştiği maddenin uygulama alanı bulması açısından önem taşımamaktadır. Aranan tek şart ne şekilde olursa olsun malların yönetime yetkisinin devri ve failin bu malları zilyetliğinde bulundurmasıdır. Devir amacına aykırı kullanım veya malların kendisinde olduğunun fail tarafından inkar edilmesi ve zilyetlik şartının birlikte gerçekleşmesi halinde söz konusu nitelikli hal uygulama alanı bulacaktır.